Türkiye’de ekonomi tüketime dayalı, yapay bir büyüme eğilimi içerisinde. Çin’de ise teknoloji transferi, yerli sanayi ve çevre koruma alanındaki hedeflerin öne çıkarıldığı farklı bir büyüme modeli uygulanıyor.
Özgür Gürbüz-BirGün/ 4 Kasım 2012
Ekonomi camiası sık sık Türkiye ile Çin’in adlarını birlikte dillendiriyor. Avrupa Birliği (AB) ve ABD’deki duraksamaya rağmen büyümeye (klasik anlayışa göre) devam eden bu iki ekonominin benzer özelliklerine dikkat çekiliyor. Son 30 yıl boyunca, yıllık büyüme oranını ortalama yüzde 10’da tutmayı başaran Çin’in yanına Türkiye’yi koymak özellikle hükümete yakın ekonomistlerin sevdiği bir iş. Ancak ‘Pekin ördeğinin ayağı’öyle değil. Gayri Safi Hasıla’nın son birkaç yılda Çin kadar artması, bize iki ekonominin de aynı yolda gittiğini anlatmaz. Kaldı ki, 2011 yılında Çin ve Arjantin’den sonra G-20 ülkeleri arasında en büyük üçüncü ekonomik büyüme oranına imza atan Türkiye’nin bu yılki performansıyla Çin’den uzaklaştığınıda görmek lazım.
2012’de Türkiye için öngörülen büyüme rakamı yüzde 4’ün de altında kalacağa benziyor. Çin ekonomisi de yavaşladı ancak 2012 büyüme oranının yüzde 7’lerde seyredeceği tahmin ediliyor. Çin’in imalat sanayi ve ithalat rakamları, ABD ile AB’deki ekonomik duraklamadan haliyle etkilendi ama hâlâ güçlü. Çin’in ekonomik krizi Türkiye’den daha az hasarla atlatmasının ardında gelecek vaat eden, gelişen sektörleri doğru belirleyip yatırım yapması gibi nedenler var. Türkiye ile Çin ekonomileri arasındaki birinci fark ekonomik büyümede süreklilik konusu, ikincisi ise yatırım yapılan alanların farklılığı.
2006 yılından bu yana atmosfere en çok seragazı bırakan Çin’in ekonomisinin yeşil bir vizyona sahip olduğunu belirtmekle işe başlayalım. Bunun hem ekonomik hem de çevresel nedenleri var. Yapılan araştırmalar, Çin’deki nehirlerin yüzde 60’ında su içilebilecek kalitede değil. Ülkedeki su kaynakları ve göllerin yüzde 70’i de ciddi boyutlarda kirlenmiş. Sadece su kaynaklı kirliliğin ülkede 360 milyon kişi için sağlık sorunları yarattığı belirtiliyor. Hızla gelişen sanayi kaynaklı kirlilik tarımsal üretimi de düşürüyor. Çin Devlet Çevre Koruma Genel Müdürlüğü, 2005 yılında çevre sorunlarının Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYİH) yüzde 10’una mâl olduğunu söylüyordu. Bütün bunlar Çin’in neden bu kadar çok yeşil ekonomi vurgusu yaptığını sanırım açıklıyor. Peki, Çin neler yapıyor?
Bu soruya en iyi yanıtı Worldwatch Enstitüsü tarafından hazırlanan“Çin’de Yeşil Ekonomi ve Yeşil İş” adlı rapor veriyor. Rapor, enerji, ulaşım ve ormancılık alanlarına odaklanmış.Ormanlaştırma kampanyaları sonucu ortaya çıkan yeni verilere inanmakta zorlanıyorsunuz. “Altı Ana Ormancılık Projesi” ile sadece 1999-2008 yılları arasında 52 milyon hektar alana fidan dikilmiş ve Çin’in orman alanı yüzde 30 oranında artırılmış. 2010 yılında ise ülkenin yüzde 2,7’si koruma alanı olarak belirlendi. 122 milyon hektarlık bir alan. Ülkede 2 bin 150 adet orman parkı var ve bunlar biyoçeşitliliğin korunmasınısağlıyor.
ÇİNLİFİRMALAR İLK 10’DA
Enerji sektöründe en büyük değişim yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan yatırımın giderek artması. 2020’ye kadar 300 ila 460 milyar dolar arasında bir rakam hidroelektrik hariç yenilenebilir enerji kaynaklarına harcanacak. Çin’de elektrik üretiminin yüzde 70’inden fazlası kömürden elde ediliyor. Bu pay azalacak ve yerini güneş, rüzgar gibi temiz enerji kaynakları alacak. Güneşten elektrik üreten fotovoltaik panel üretiminde Çin Japonya ve Avrupa’yı geçti. Bu sektörde 100 bine yakın kişi çalışıyor ve 15 milyar dolar civarında ithalat yapılıyor. Worldwatch 2011-2020 yılları arasında fotovoltaik üretimi nedeniyle her yıl 23 bin kişiye yeni istihdam sağlanacağınıtahmin ediyor. Rüzgar enerjisinde de durum farklı değil. 2011 sonunda kurulu rüzgar gücü 63 bini megavatı geçti, tüm Avrupa’da bu rakam 100 bin megavat. Türkiye de rüzgar türbinleri kuruyor ancak Çin aynı zamanda üretim de yapıyor. Dünyadaki en büyük 10 türbin üreticisinden dördü Çin’den. Bundan, çok değil 5-10 yıl önce bu listede Çin’den bir firma bulamazdınız. Türkiye’de ise yerli türbin için çalışmalar var ama çok yavaş ilerliyor.
120 BİN KİLOMETRE DEMİRYOLU
Bu durum sadece rüzgar veya güneş enerjisi için geçerli değil. Ulaşımdan, imalat sanayinin birçok alanına kadar ekonominin büyük bir bölümünde Çin’in araştırma-geliştirme yatırımları ön plana çıkıyor. Çin firmaları, yurt dışındaki firmaları satın olarak teknoloji ve bilgi birikimine erişiyorlar. Ülkeye gelen yabancı yatırımlara da ortak oluyor, hem kârı paylaşıyor hem de teknolojiyi öğreniyorlar. Kendi trenlerini, uçaklarını ve otomobillerini yapıp, uzay projelerini yürütüyorlar. Çin yüksek hızlı trenler için döşenmiş en uzun demiryolu hattına sahip (17 hat, 8 bin 400 km). 2020 hedefi bu rakamı 18 bin kilometreye çıkarmak. Hızlı trenler yolcu taşımacılığı için önemli ama ticaret için daha yavaş giden, ekonomik trenlere ihtiyacınız var. Ülkede bu konuda da çok ciddi çabalar var. 2002 ile 2009 tarihleri arasında demiryollarıyla yolcu taşıma kapasitesi 1,5 kat; yük taşıma kapasitesi ise 1,6 kat arttı. 2015’e kadar Çin’deki demiryolu ağının 120 bin kilometreye ulaşması bekleniyor. Kentlerde raylı taşımacılığın payı da inanılmaz bir hızla artırılıyor. 2001 yılında 900 milyon kişi kentlerde demiryoluyla taşınıyordu, beş yıl sonra bu rakam ikiye katlandı;1 milyar 800 milyon oldu. 2010 yılına gelindiğinde metro ve hafif metro ağının uzunluğuŞanghay’da 420, Pekin’de 330 kilometreyi buldu.
Çin, bu alanların bazılarında özellikle ileri teknoloji konusunda hâlâ dışa bağımlı ancak “makus talihi” değiştirmek için adım attıklarını ve devlet desteğiyle ciddi bütçeler ayırdıklarınıgörmezden gelmemeli. Türkiye’de ise yatırım denince akla alışveriş merkezi, konut projesi, köprü veya otoyol geliyor. Büyük projelerin çoğunda aynı Çin’de olduğu gibi yabancıortaklar var ama işin içinde teknoloji transferi gibi bir kavram ya da plan yok. Çevrenin korunması gündemde bile değil. Sokağa çıkıp protesto gösterisi düzenlemenin çok zor olduğu Çin’de geçtiğimiz hafta bir petrokimya tesisinin genişletilmesi planıhalkın tepkisi nedeniyle durduruldu. Bizde çevrecilerin neredeyse sokağa çıkmadığı gün yok ama hükümetin diyalog kurmaya bile yanaşmadığını görüyoruz. Çin’in gördüğünü Türkiye neden görmüyor, merak etmemek elde değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder